
Son günlerde art arda gelen gıda zehirlenmesi haberleri kamuoyunu meşgul ediyor. Tek bir lokmanın, bir yemeğin ya da içeceğin bozuk çıkması onlarca insanı anında etkiliyor; hastaneler doluyor, semptomlar hızla ortaya çıkıyor. Herkes gıda zehirlenmesinin ne kadar tehlikeli olduğunu konuşurken; Ümmetin yaşadığı, gıdanın neden olduğu tüm zehirlenmelerden katbekat daha ölümcül olan başka bir felaketi gözümüzden kaçırıyoruz: Kültür zehirlenmesi. Gıda zehirlenmesi yalnızca bedeni sarsar. Etkisi genelde birkaç güne geçer, sadece çok ender durumlarda kişinin ölümüne sebep olur. Oysa kültür zehirlenmesi; aklı, kalbi, kimliği ve ahlâkı derinden çürütür. Beden kısa sürede toparlanabilirken, kültürle zehirlenmiş bir toplumun iyileşmesi bazen nesiller sürebilir. Çünkü bu zehir sinsi, sessiz ve fark ettirmeden yayılır. İnsanlar çoğu zaman zehirlendiklerini bile hissetmezler. Bugün Ümmeti adım adım çökerten de tam olarak bu sinsi saldırıdır. Batı’dan süslü cümlelerle, özgürlük sloganlarıyla ve renkli ekranlarla pompalanan kültürel virüsler, Müslüman toplumların içine çoktan sızmıştır. Onlar kendi çürümüş yaşam tarzlarını “modernlik” diye sunarken, bizden birçok kişi bunu bir ilerleme zannedip gönüllü olarak bu zehri içmektedir. Aileyi parçalayan sapkın yaşam biçimlerine “özgürlük,” iffeti yok eden akımlara “bireysellik,” nesilleri savuran tüketim çılgınlığına ise “hayat tarzı” dediler. Bu cazip kelimelerle Ümmeti kendi özünden ve değerlerinden uzaklaştırdılar. Bugün gençlik; sosyal medya akımları, diziler, yarışmalar ve müzik aracılığıyla her gün doz doz bu kültürel zehirle besleniyor. Kendi kimliğinden utanan, Batı'nın alkışını kendi Rabbinin rızasına tercih eden bir nesil yetişiyor. İffet unutuluyor, haya kayboluyor, aileler sarsılıyor, ilişkiler kirleniyor ve en acısı da “Batı ne der?” korkusu, bütün bir toplumun zihnini esir alıyor. Gıda zehirlenmesi geçicidir; ancak kültür zehirlenmesi bir toplumun genetiğini bozar. Bu ağır çöküşün bedelini anneler, babalar, aileler ve gelecek nesiller ödüyor. Her geçen gün İslami değerlerden uzaklaşan bir yaşam biçimi dayatılıyor.
Ümmetin içinde en ağır hasarı da bu dayatmaya gönüllü olarak boyun eğen zihinler vermektedir. Bu, bir toplumun kendi kendini çökertmesinin en trajik halidir: Düşmanın fikrini hayat tarzı zannetmek. Bireysel çabalar elbette değerlidir; ancak Ümmetin üzerine yağan bu yoğun kültür bombardımanı bireysel tedbirlerle durdurulamaz. Bugün Ümmetin kaybettiği şey toprak değil, asıl olarak kimliktir.
Bu kimliğin yeniden dirilmesi ve korunması, ancak Allah’ın indirdiği hükümleri tam anlamıyla tatbik edecek olan Raşidi Hilâfet Devleti ile mümkündür. Kültür, eğitim, medya, aile yapısı ve toplumsal ahlâk; ancak İslami bir nizamın himayesi altında sağlam bir şekilde korunabilir. Batı’nın ideolojik saldırısına karşı durabilecek tek güç, İslam’ın tüm yönleriyle eksiksiz uygulanmasıdır. Gıda zehirlenmesinde çözüm, midedeki bozuk gıdayı atmaktır; kültür zehirlenmesinde çözüm ise, aklı ve kalbi yeniden İslam ile doldurmaktır. Ümmet ancak kendi özüne döndüğünde, Allah’ın nuruna sımsıkı sarıldığında ve İslam’ın siyasi, ahlaki ve kültürel nizamını yeniden tesis ettiğinde bu zehirden kurtulacaktır. İşte o zaman Ümmetin üzerindeki karanlık dağılacak, izzet yeniden yükselecektir. Allah’ın nuru tamamlanacak, batılın ışığı sönmeye mahkûmdur. Yeter ki biz bu nura sahip çıkalım ve Hilâfet’in farziyetine kulak tıkamayalım.




