Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 80’inci kez yapıldığı 2025 yılı toplantısında, Fransa ve Suudi Arabistan’ın öncülüğünde Filistin’in “devlet olarak tanınması” konusunda bir toplantı düzenlendi. Toplantıya Amerika’nın vize vermemesi sebebiyle gidemeyen ve şu anki Filistin Devlet Başkanı olarak kabul edilen Mahmud Abbas, uzaktan bağlantıyla katıldı ve bir konuşma yaptı. Birleşmiş Milletler’in (BM) New York’taki merkezinde gerçekleştirilen toplantının öncesinde ve toplantı esnasında; Fransa, İngiltere, Kanada, Avustralya, Belçika, Lüksemburg, Malta, Portekiz, Andorra ve San Marino’dan, “Filistin’i devlet olarak tanıdıkları” yönünde ardı ardına açıklamalar geldi.
BM Genel Kurulu, BM’nin altı ana organından biridir ve başlıca müzakere, politika oluşturma ve temsil organı olma gibi görevleri yerine getirmekle görevli olduğu ifade edilir. Bu kurulda alınan kararların tamamı tavsiye niteliğindeki kararlardır ve bu kararların herhangi bir yaptırım niteliği bulunmamaktadır. Dolayısıyla; BM Genel Kurul toplantısı öncesinde yapılan özel oturumda, Filistin’in “devlet” olarak tanınmasının ya da içinde bulunduğu vakaya ilişkin yapılan değerlendirme ve çağrıların pratikte hiçbir önemi yoktur.
BM bünyesinde yaptırım kararları alabilen tek organ BM Güvenlik Konseyi’dir. Bu konsey ise beşi daimi (ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya) olmak üzere 15 üyeden müteşekkildir. Herhangi bir kararın oylanmasında 5 daimî üyeden birinin kararı veto etmesi, o kararın uygulanmaması için yeterlidir. Nitekim bu zamana kadar “Gazze’de acilen ateşkesin sağlanması ve Gazze’ye her türlü sınırsız yardımın ulaştırılması” konusunda yapılan oylamalar, tam 7 defa Amerika’nın vetosuna maruz kalmıştır. Dolayısıyla Gazze meselesinin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda görüşülmesinin Müslümanların hayrına ve Gazze’deki bu soykırımın durdurulmasına zerre kadar faydası olmayacaktır. Hatta Gazze’ye bir yudum su, bir lokma ekmek sokabilmek bile yine Yahudi varlığının insafına(!) kalmaya devam edecektir.
Diğer taraftan BM Genel Kurulu öncesinde Filistin’in, özellikle İngiltere ve Fransa gibi Avrupa’nın önde gelen ülkeleri tarafından ardı ardına tanınması meselesine gelince:
Sonuçta; iki devletli çözüm kapsamında tanınacak Filistin Devleti’nin sınırlarının ve özelliklerinin ne şekilde olacağı, 28-30 Temmuz 2025 tarihli New York bildirisinde ortaya konmuş ve içinde İslâm beldelerinin yöneticilerinin de bulunduğu 142 ülke temsilcisi bu bildiriyi imzalamışlar ve Yahudi varlığıyla normalleşme taahhüdünde bulunmuşlardır. Türkiye’nin bildiriye imza atarken, artık gerçekliği kalmamış “1967 sınırları kapsamında bir Filistin Devleti şerhi”nin herhangi bir anlamı ve geçerliliği yoktur.
Dikkat edilecek olursa, Filistin’i “devlet” olarak tanıyan bu ülkeler açıklamalarında, Yahudi varlığının yaptığı soykırıma ve Gazze’nin içinde bulunduğu duruma değinmemektedirler. Onlar, Hamas’ın devre dışı kaldığı, hain Abbas yönetimindeki bir “Filistin Devleti”ni tanıdıklarını açıklamaktadırlar. Nitekim Yahudi dostu Mahmud Abbas da toplantıda uzaktan bağlantıyla yapmış olduğu konuşmada; "Silahsız bir Filistin devleti istiyoruz. Gazze'deki yıkım sona ermelidir… Hamas'ın 7 Ekim'de yaptıklarını kınıyoruz… Hamas'ın hükümette hiçbir rolü olmayacak… Hamas’ın Gazze yönetiminde hiçbir rolü olmayacak. Hamas ve diğer gruplar silahlarını Filistin Yönetimi’ne teslim etmelidir." ifadelerinden oluşan, onların taleplerine yeşil ışık yakan zillet dolu bir konuşma yaptı. Oysa iki devletli çözümü kabul etmek bile başlı başına İslâm topraklarındaki Yahudi işgalini meşru görmek demektir ve bu şer'an haramdır.
Batı’nın BM Genel Kurulu öncesinde Filistin’i “devlet” olarak tanıyıp meseleyi, BM’de tartışılır hale getirmesi, Gazze’deki soykırımın Batı halkları üzerinde sisteme karşı oluşturduğu güven bunalımının bir neticesidir. Çünkü Gazze soykırımıyla birlikte Batı toplumlarında demokratik sistem ve değerlerine (insan hakları, tam bağımsızlık, adalet vb.) duyulan güven sorgulanır hale gelmiş, toplumsal bazda çok büyük tepkilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Buradaki amaç, insani güdülerle hükümetlere karşı harekete geçen toplumları teskin etmek ve küresel anlamda Batı’ya ait değerlere, toplumlar nezdinde yeniden güven sağlamaktır. Bu gerekçelerle İngiltere, Kanada ve Fransa daha önce de Netanyahu’ya tepki göstermişler, “İsrail”in Gazze’deki askerî operasyonlarını “ağır şekilde” genişletmeye devam etmesi durumunda, “somut adımlar” atacakları uyarısında bulunmuşlardır. Ardından da İngiltere, 20 Mayıs'ta “İsrail” ile yeni ticaret anlaşması müzakerelerini askıya aldığını duyurmuştu.
Birleşmiş Milletler de diğer bütün uluslararası kurum ve kuruluşlar gibi bugünkü ulus devlet düzeninin işletilmesini ve devamlılığını sağlayan yapıların en önemlilerinden bir tanesidir. Dolayısıyla onun amacı, bahsedildiğinin aksine dünyaya hâkim olan devletin ve tatbik edilen sistemin hâkimiyetini devam ettirmektir. Bu sebeple bu kurumdan bugüne kadar özellikle İslâm beldelerindeki mazlum halkların hakkını savunacak yaptırımlar içeren bir karar çıkmamıştır ve bundan sonra da asla çıkmayacaktır. Onlar yalnızca Müslümanlara yardımcı olmamakla kalmamış; ya Bosna’da olduğu gibi Müslümanları düşmana teslim etmiş, ya da bu gün Gazze için olduğu gibi düşmanın işini kolaylaştıracak kararlara imza atmıştır.
Gazze’nin içinde bulunduğu durumun gerçek muhatabı olan İslâm beldelerinin başındaki yöneticiler ise soykırımı gerçekleştiren Yahudi varlığına müdahalede bulunmak yerine, onunla ticari faaliyetleri devam ettirerek Gazze soykırımı süresince bütün lojistiğini tedarik etmişler ve hâlâ da tedarik etmeye devam etmektedirler. Yaptıkları gizemli ve duygusal konuşmalarla kendi halklarını kandırmakta ve kardeşlerine yardım konusunda halklarının önüne ciddi engeller koymaktadırlar.
Bu işbirlikçi hain yöneticiler; Yahudi varlığına karşı başta askerî müdahale olmak üzere, yaptırımlar ve onu zorlayacak tedbirler uygulamak yerine, hiçbir işe yaramayan Birleşmiş Milletler toplantılarında ve New York caddelerinde boy gösterip Müslümanların düşmanı olan sömürgeci kâfirlerin yöneticileriyle samimi fotoğraflar vermeye devam etmektedirler.
Gazze’nin ve İslâm dünyasındaki bütün mazlumların gerçek kurtuluşu; BM gibi Müslümanların düşmanı olan kurumların müdahalesiyle değil, bugünkü ulus devlet sistemiyle birlikte bu kurumların da sonunu getirecek olan II. Râşidî Hilâfet Devleti’nin ikamesi ile olacaktır Allah’ın izniyle…